2 Kasım 2017 Perşembe

Şehir Teorileri Kitap Özeti ve Kritiği

Şehir teorileri : Toplum açıklama girişimi olarak
Ahmet Ümit,  İz yayıncılık,2013,  312 sayfa, ISBN 978-975-355-863-1
Emre DİNÇ

Şehir,  ekonomisi tarım dışı sanayi ve hizmet faaliyetlerinde yoğunlaşan; ülkelerin en büyük yerleşim yerleridir. Toplumların belirli bir üretim düzeyi ve bunun getirdiği toplumsal örgütlenmelere bağlı olarak şehirler oluşmuştur. Şehirlerin ortaya çıkış ve gelişmeleri konusunda sürdürülen çalışmalarda, şehirleşme olayı tek bir neden olarak gösterilen Sanayi devrimine bağlanmaktadır. Batı kaynaklı bu görüş doğulu araştırmacılar tarafından bile kabul edilmektedir. Sanayi devrimi belirli bir tarihi toplumsal koşullar ve ilişkiler sonucu yeryüzünün belli bir yöresinde ve belli bir zaman diliminde ortaya çıkmıştır. Şehirlerin en az beş bin yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, batı şehrinin oluş ve gelişme kuralları tüm zaman şehirleri için genel geçer açıklayıcı bir model olmuştur. Bu ve şehirle alakalı bu tarz meseleler yazarın çalışmasında çıkış noktası olmuştur. Yazar kitabında şehirlerin oluş, gelişme ve toplumsal birliklerdeki yerini belirlemek için ortaya koyulan tezleri, Doğu ve Türk toplumu açısından da ele alarak kritik etmiştir. Kitap ‘’ Batı Sosyolojisinde Şehir ‘’ ve ‘’ Şehir Konusu Nasıl Açıklanmalıdır ‘’ adlı iki bölümden oluşmaktadır.
Birinci kitabın ilk kesiminde Batı sosyolojisinde şehir konusunda ileri sürülen görüşlerin geçerliliğinin araştırılması yapılmış, şehir konusunda ileri sürülen açıklamaların sınırlı olay ve ilişkilere bağlı olup olmadığının yanında atfedildiği gibi genel geçerlilikleri gereği başka olay ve ilişkileri açıklamada yeterli olup olmadıkları üzerinde durulmuştur. 20. Yüzyılın ilk on yılında sosyoloji şehir konusuyla ilgilenmeye başlamıştır. R.Maunier makalesinde mevcut teorileri sistematik bir şekilde derlemiş, 16. Yüzyıla kadar geri giderek şehir konusuna 19. Yüzyıl dışında bir temel aramıştır. Böylelikle şehir teorilerinin oluşmasına bir temel atılmıştır. Sanayileşme ile birlikte şehirleşme olayının ileri boyutlar kazandığı görülmektedir. O zamana kadar en büyüğü 40-50 bin kişilik olan şehirlerden milyonluk şehirlere doğru bir gelişme ortaya çıkmış ve batı şehirleri nüfusları açısından ilk kez zirveye yerleşmişlerdir. A.Comte,H.Spencer, F.Tönnies ve K.Marx  batı toplumun sanayi olayı ile özdeşleşen açıklama girişimlerinin temelini oluşturmuştur.Fakat Marx diğerlerinden ayrılmaktadır. Marx’ın ana kaygısı da diğerleri gibi Batı toplumu ve sanayi olayını açıklamaktır.  Marx’ın meseleyi geniş bir biçimde ortaya koymak istemesi tüm tarihi kapsayan bir yaklaşım içinde bulunmasına yol açmıştır. Marx Batı’da varılan aşamanın iyi ve kötü yanlarını ortaya koyup bir çözüm getirince teorisi bir bütünlük kazanmakta ve her konu üzerinde görüşleri belirmektedir. O gelişim sürecini çok iyi bir şekilde kritik ederek aktarsa da teorilerin tam anlamıyla nedensellik içinde açıklaması Belçikalı tarihçi Henri Pirenne’in ‘’Orta Çağ Şehir Kuruluşlarının Kökeni’’ adlı makalesiyle olmuştur. Korkut Tuna, Henri Pirenne dışında kalan çalışmaları kendilerinden sonra şehir konusunda sistemli bir gelişmeye yol açmadıkları için değerlendirmeye almamış, yalnızca Henri Pirenne’in derlemesi üzerinde durmuştur.
Henri Pirenne’e göre Batı ortaçağında görülen gerilemenin ana nedeni İslamiyet’in ortaya çıkışı ile Doğu’da görülen gelişmedir. Bunun sonucu Batı Dünyası kendi içine kapanmasına rağmen kendi olanakları ve kendi toplumsal yapısındaki özellikler sonucu kendi başına gelişerek içine düştüğü açmazdan kurtulmuştur. Tuna’nın belirttiği gibi batıdaki belirli gelişmelerin dış etkilere dayanmadan salt kendi içinde taşıdığı özelliklerle açıklanmış olması tarihçiye büyük bir başarı ve görüşlerine onay kazandırtmıştır. Daha da açacak olursak Pirenne süreci kısaca şöyle aktarmaktadır.  İslamiyet’in ortaya çıkışı ile Akdeniz İslam gölü olmuş ve Doğu ile Batı’yı birbirinden ayırmıştır. Akdeniz bir Müslüman gölüne dönüşünce , ekonomik hayat sönmüş, orta çağ tarım dönemine girmiş ve senyörlük sistemi ile feodalite güçlü bir şekilde yayılmıştır.  Bilindiği gibi feodalitede malikaneler etrafında birleşilmiş, her malikane kendi kendine yeter hale gelmişti. Pirenne buradan şehre giden süreçte, payı ne manastırlara, ne şatolara ne de Pazar yerlerine vermiştir. Ona göre Şehirler Avrupa’da ortaya çıkan ticaret ve sanayi rönesansının ekonomik etkileri altında kendiliğinden doğmuştur. Bu gelişmeleri açıklarken bazı unsurlara ağırlık vermiştir. Oluşum sebeplerini açıklayamasa da şehirlerin yeniden canlanmasını, ticaret ve sanayinin yeniden doğuşu, tüccarların toplanması ve elverişli coğrafya koşullarına bağlamıştır. Bu nedenler toprağın tek sermaye olmasını engellemiş, eski nüfus kadroları değişmiş, malikaneler önem kaybetmiş ve toprağa bağlı insan; serf özgür insana dönüşmüştür. Bu etkenlerin dışında sürecin oluşturduğu Burjuvalar ise şehrin kimliğini kazandırmıştır. Burjuvazinin önderliğindeki şehirler feodal tüm özellikler ve niteliklerden sıyrılmış yepyeni uğraşların alanı olmuştur ve burjuvazi ile şehirlerin kimlik birliği içinde özdeşleşmesini gerçekleştirmiştir.
Tuna,  Batı orta çağı içinden kaynaklanan bu unsurlara  Batı şehrinin özgünlüğü doğrultusundaki yorumu Max Weber gerçekleştirdiği için onu ayrı bir başlık altında değerlendirmiştir.  Tuna’nın belirttiği şekilde Weber’in şehir konusunda ileri sürdüğü görüşler, fazla bir yorum gerektirmeden daha önce çeşitli bağlamlarda ileri sürülmüş görüşlerin bir kere daha gözden geçirilmesi ve ayrıntılı bir biçimde örneklendirilmesi şeklinde olmuştur. Onda net bir şekilde akla uygunlaştırma görülür. Bürokrasi, hatta din bile akla uygundur. Batı şehri bütün çağların ve başka kıtaların şehirlerinde bulunmayan bir özgünlük gösterir. O ‘’Bilgi düzeninde yalnız Batı pozitif  bilime sahiptir, yalnız Batı’da bu derecede uzmanlaşmış bir bürokrasi bulunur. Hiçbir yerde onların devlet nizamını andıran bir nizam yoktur’’ diyerek büyük bir yanılgının içine düşmüş veya kasıt gütmüştür. Ona göre Batı şehri özerkliğe sahip bir topluluktur. Bu şehrin kendi iç düzeninin sahibi olduğunu göstermektedir. Buradan kasıt seçimlere şehirlilerin katılmasıdır. Yine şehirde ikamet eden bütün insanları kuşatan ortak bir hukuk vardır. Bağımsızdırlar çünkü kendi yöneticilerine sahiptirler. Kral tarafından tayin edilme olayı yoktur. Bağımsızlıklarını sağlayan özel vergilere sahiptirler ve son olarak da kendi savunmalarının sahibi olarak görülmektedirler. Weber’e göre bunlar Antik Yunan’dan beri süregelen bir dizi çatışmanın, sınıf mücadelesinin eseridirler. Özetle Pirenne ile bir araya getirilen görüşler  Weber ile Batı şehirlerinin bahsi geçen özgünlüğü anlatmak için yeniden yorumlanmıştır.
Daha sonra şehir teorilerinde yeni gelişmeler olmuştur. Emrys Jones sayısal ve işlevsel verilen yanında şehir konusunda ileri sürülen açıklama girişimlerinin temsilcilerini tanıtmasına bağlı olarak tarih,sosyoloji,coğrafya alanında sürdürülen çalışmaların özelliklerine değinir. Doğu şehirlerinden sürüp gelen bir gelişmenin Batı şehirleriyle sonuçlandığı inancını taşımaktadır. Ona göre batı şehri kendi başına bir gelişmenin ürünü değildir. Batı şehri tüm tarihi gelişmenin ve şehirleşmenin mirasçısı ve mevcut düzeni ile bu gelişmenin son halkası olarak yorumlanmaktadır. O sanayi öncesi şehrini ortaya koyarak ikili bir ayrım yaparken Toynbee sanayi olayına bağlı olarak değerlendirdiği dünya çapındaki gelişmelerin ortaya çıkardığı şehri Geleceğin Dünya Şehri olarak tanımlayacaktır. Toynbee’de şehir konusunu sanayinin ışığında ele almaktadır ama burada söz konusu olan sanayileşmenin dünya ölçüsünde ortaya çıkan etkisini göstermeye çalışmaktır. Şehir nüfusunun artışını zamandaş üç nedene bağlamaktadır. Nüfusun en geri ve en yeteneksiz kesiminde görülen nüfus patlaması, çağdaş  köylü toplumlarda nüfus patlamasının  yarattığı kırsal nüfus aşırılığı; değişik ülkelerde farklı nedenlerden ötürü kırsal nüfuslarında görülen sayısal azalma. Böylelikle ona göre ‘’ geleceğin dünya şehri’’ kaçınılmazdır. Böylelikle oluşacak problemlerin çözümünde de güçlü bir belediye yönetimini çözüm olarak düşünmüştür. Toynbee için bu dünya şehrini bir dünya hükümeti yönetmelidir. 

Tuna,  bu kısımdan sonra günümüz sorunları açısından şehir ve çağdaş yaklaşımları ele almaktadır. Sorunların anlaşılması ve açıklanmasına yönelik çalışmalar içinde Chicago okulu ve İlki 1976 yılında Habitat toplantıları üzerinde durmaktadır. Chicago okulu olarak adlandırılan şehir sosyolojisi alanında gerçekleştirilen bu çalışmalar; şehir konusuna ekolojik, sosyal psikolojik bir yaklaşımla eğilen sosyologların, 1920’li yıllarda Chicago şehrinin yaşadığı hızlı değişmelerin belli araştırmalar çevresinden ele alınmasından ve bunları bağlı açıklayıcı modeller oluşturulmasından kaynaklanmaktadır.  Habitat toplantılarında ise kısaca insan yerleşmelerini daha yaşanılabilir hale sokmak için bir dizi çalışmalar gerçekleşmiştir. Özellikle habitat 2’de bu konular daha detaylı olarak işlenmiş ve ‘’ acınacak koşullarda yaşayan bir milyarı aşkın kişinin yaşam seviyesini iyileştirmeye izin verecek ‘’ herkese uygun bir konut’’ ve ‘’ gittikçe artan bir şehirleşme yaşayan dünyada yaşanabilir insan yerleşmeleri için şehir merkezlerinin ekolojik, iktisadi ve sosyal yaşanabilirliğini garanti altına almak’’ gibi konular üzerinde durulmuştur.  Özetle habitat çalışmalarında kürselleşme adı verilen yeni dünya düzeninin motoru olarak şehirler ve bu çerçevede yapılacak düzenlemeler gündeme gelmektedir.

Yazar bu bölümden sonrasını ikinci kitap olarak ayırmış ve ‘’Şehir Konusu Nasıl Açıklanmalıdır’’ adını vermiştir. Tekrar çalışmanın amacını belirterek kapsamlı ve geçerli bir açıklama yapma isteğini belirtmiştir. Tarihte ilk şehirlerin ortaya çıkışını doğuda görülen ve belirli ilişkilere bağlı örgütlü bir gelişmenin ürünü olarak ele alınabileceğini yazmıştır. Bunu yaparken ilk olarak neolitik dönem ve coğrafya koşullarından bahsederek, toplumların bu süreç sonrası daha örgütlü birlikler(köyler) haline dönüştüğünü anlatıyor.  İlk şehirler Mezopotamya Nil , İndus gibi yıllık taşmalara sahip olan nehirlerin vadilerinde ortaya çıkmışlardı. Nehirlerin yıllık taşmaları ve bunun denetim altına alınması ile bereketli tarım üretiminin sağlandığı yörelerde ortaya çıkan ilk şehirlerin, toplum sorunlarına başarılı çözümler getiren örgütlenmeler olarak yaygınlaşmaya başladıkları görülür. İlk şehirler kendi üretimlerine ve üretici güçlerine sahip tarım dışı iktisadi faaliyet merkezleri olarak belirmektedirler. Yine şehirler tarım dışı üretim faaliyeti olarak sınai faaliyetler merkezi olması yanında, bu üretimin sürdürülmesi için gerekli olan hammaddelerin ithal edildiği ve bunların karşılığında tarım ürünleri ve mamul maddelerin ihraç edildiği ticaret merkezleri olarak da ortaya çıkmışlardı. Gerek tarımda sağlanan ürün artışı, gerekse şehirlerde oraya çıkan tarım dışı üretim faaliyetlerinin varlığı şehirlerin aynı zamanda yönetim merkezi olarak şekillenmelerine yol açmıştır. Hammadde tedarikine bağlı olarak maden veya şehrin ihtiyaç duyduğu diğer maddelere sahip bölgelerde ana şehir modeline uygun yeni şehirlerin kurulduğu veya bu yoldaki ilişkilerin yeni şehirleşmelere yol açtığı söylenebilir. Siyasi, iktisadi çözümler yeni şehir alanlarının ortaya çıkması ile sınırlı ve yöresel çözümler olarak kalmadılar ve yeni şehir alanları ile bütünleşerek geniş kapsamlı çözümler olarak belirdikleri de anlaşılmaktadır. Şehirler bu çerçeve içinde uzun zaman yalnızca Doğu’ya özgü bir olay olarak iktisadi siyasi örgütlenmenin ve başarının simgesi olmuşlardır. Artı ürünün varlığı Doğu modeline ulaşamamış toplumlarda da bir canlanmaya ve bunun açık belirtisi olan şehirler ve şehirleşmeye yol açmıştır.Fakat Doğu uygarlıkları ve şehirleri kendi iç imkan ve güçlerini örgütleyerek vardığı aşamaya Batı kendi dışındaki ilişki ve güçlere bağlı olarak varmış bulunmaktadır. Sorunları kendi içinde çözememiştir. Doğu dışı örgütlenmenin devamı olan Hellen ve Roma şehirlerinde ise üretici ve üretici olmayan toplum güçleri bir araya getirilerek bir dizi eski ve yeni ilişkileri olan şehirlere sahip oldular. Şehirlerle toplumların güç ve imkanlarını seferber ettiler. Hellenle başlayan örgütlenme Roma ile genişleyip o zamanki bilinen dünyanın egemenliği ile sonuçlanmıştı. Yunanlılık ve Roma ile kendi açmazlarından kurtulup oraya çıkan tüm şehirlerle Doğu ticaretini ve ilişkilerini sürdüren Batı, orta çağa girerken kendi çıkarına kurduğu dünya egemenliğinin çöküşü ile karşılaşmıştır. Kuzeyli kavimlerin istilaları karşısında yakılıp yıkıldılar. Roma imparatorluk yoluyla sürdürebildiği ilişkilerle bir müddet daha dayanabildi. Ama kuzeyli kavimlerin istilaları yanında İmparatorluğun şehirlerden tüm birikimi çekip alarak ayakta kalmaya çabalaması iktisadi nedenlerle birleşince şehirlerin boşalmasına yol açtı. Zengin ve fakirler imparatorluğun şehirlere uyguladığı siyasetin yükünden kurtulmak için kırlara çekildi. İstila şehirleri maddi bakımdan yıkmış, imparatorluğun siyaseti ise sosyal bakımdan çökertmişti. Ayakta kalma çabaları ise feodal ilişkilerle olmuştur. Bu kentleşmeden kırlaşmaya yönelik bir sonucu doğurmuştur. Yeniden şehirleşme Doğu ile ticari ilişkiler kurabilen İtalya gibi yerlerde görülmüştür. Roma ve İstanbul arasındaki ilişkiler İtalyan şehir devletlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Zamanla Akdeniz üzerinden doğu ile kurulan ilişkiler Avrupa’nın feodal yapsını kırmış; ticaret ve sanayi tekrar canlanmaya başlamıştır. İslamiyetin ortaya çıkışı ile bunalım yaşayan ama yine onların yarattığı tüketim merkezleri ile dünya ticareti içinde yerini alan batı dünyasının, Akdeniz’İn yeni bir siyasi denetime (Türkler) girmesi ile bunalıma düşeceği görülecektir. Bu açmaz Akdeniz’i ve Türkleri aşmak için yeni ticaret yollarının bulunmasına yol açtığı gibi bu işin başarıldığı yerlerde yeni bir şehirleşme ortaya çıkaracaktır. Batının örgütlediği yeni ilişkiler ve şehirleri bir yandan Dünya eğemenliğine doğru bir gelişme sağlarken diğer yandan Batı’ya doğrudan, aracısız bir biçimde yığılan hammadde ve zenginlikler sanayi devrimi diye bilinen bir gelişmenin hareket ettirici gücünü oluşturacaktır. Yazar son olarak İslam ve Osmanlı Türk şehirlerine kısaca değinerek çalışmasını bitirmektedir.

Sonuç olarak şehir ve şehir oluşumuna bağlı açıklama girişimlerinin Sanayi devrimi ile ortaya konulduğu görülmekte ve binlerce yıllık tarihe sahip olan şehirlerin batı merkezli bir açıklama modeliyle kısa bir döneme indirgendiği görülmektedir. Bunun yanında ortaya koyulan teoriler Batının Doğu karşısında üstünlüğünü ortaya koyma çabası şekline de bürünmektedir.  Bu çalışma da bu konuyla alakalı olarak kendimize ait yorumlar ortaya koymamız,  Batı bazlı teorileri aşıp kendi özgün teorilerimizi geliştirmemiz gerektiğinden bahsederek, b ortaya koyduğu çalışma ile bu konuda belirli bir zemin oluşturmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder