Şehir
teorileri : Toplum açıklama girişimi olarak
Ahmet Ümit,
İz yayıncılık,2013, 312 sayfa,
ISBN 978-975-355-863-1
Emre DİNÇ
Şehir,
ekonomisi tarım dışı sanayi ve hizmet faaliyetlerinde yoğunlaşan;
ülkelerin en büyük yerleşim yerleridir. Toplumların belirli bir üretim düzeyi
ve bunun getirdiği toplumsal örgütlenmelere bağlı olarak şehirler oluşmuştur.
Şehirlerin ortaya çıkış ve gelişmeleri konusunda sürdürülen çalışmalarda,
şehirleşme olayı tek bir neden olarak gösterilen Sanayi devrimine bağlanmaktadır.
Batı kaynaklı bu görüş doğulu araştırmacılar tarafından bile kabul
edilmektedir. Sanayi devrimi belirli bir tarihi toplumsal koşullar ve ilişkiler
sonucu yeryüzünün belli bir yöresinde ve belli bir zaman diliminde ortaya
çıkmıştır. Şehirlerin en az beş bin yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen,
batı şehrinin oluş ve gelişme kuralları tüm zaman şehirleri için genel geçer
açıklayıcı bir model olmuştur. Bu ve şehirle alakalı bu tarz meseleler yazarın
çalışmasında çıkış noktası olmuştur. Yazar kitabında şehirlerin oluş, gelişme
ve toplumsal birliklerdeki yerini belirlemek için ortaya koyulan tezleri, Doğu
ve Türk toplumu açısından da ele alarak kritik etmiştir. Kitap ‘’ Batı
Sosyolojisinde Şehir ‘’ ve ‘’ Şehir Konusu Nasıl Açıklanmalıdır ‘’ adlı iki
bölümden oluşmaktadır.
Birinci kitabın ilk kesiminde Batı sosyolojisinde
şehir konusunda ileri sürülen görüşlerin geçerliliğinin araştırılması yapılmış,
şehir konusunda ileri sürülen açıklamaların sınırlı olay ve ilişkilere bağlı
olup olmadığının yanında atfedildiği gibi genel geçerlilikleri gereği başka
olay ve ilişkileri açıklamada yeterli olup olmadıkları üzerinde durulmuştur.
20. Yüzyılın ilk on yılında sosyoloji şehir konusuyla ilgilenmeye başlamıştır.
R.Maunier makalesinde mevcut teorileri sistematik bir şekilde derlemiş, 16.
Yüzyıla kadar geri giderek şehir konusuna 19. Yüzyıl dışında bir temel
aramıştır. Böylelikle şehir teorilerinin oluşmasına bir temel atılmıştır.
Sanayileşme ile birlikte şehirleşme olayının ileri boyutlar kazandığı
görülmektedir. O zamana kadar en büyüğü 40-50 bin kişilik olan şehirlerden milyonluk
şehirlere doğru bir gelişme ortaya çıkmış ve batı şehirleri nüfusları açısından
ilk kez zirveye yerleşmişlerdir. A.Comte,H.Spencer, F.Tönnies ve K.Marx batı toplumun sanayi olayı ile özdeşleşen
açıklama girişimlerinin temelini oluşturmuştur.Fakat Marx diğerlerinden
ayrılmaktadır. Marx’ın ana kaygısı da diğerleri gibi Batı toplumu ve sanayi
olayını açıklamaktır. Marx’ın meseleyi
geniş bir biçimde ortaya koymak istemesi tüm tarihi kapsayan bir yaklaşım
içinde bulunmasına yol açmıştır. Marx Batı’da varılan aşamanın iyi ve kötü
yanlarını ortaya koyup bir çözüm getirince teorisi bir bütünlük kazanmakta ve
her konu üzerinde görüşleri belirmektedir. O gelişim sürecini çok iyi bir
şekilde kritik ederek aktarsa da teorilerin tam anlamıyla nedensellik içinde
açıklaması Belçikalı tarihçi Henri Pirenne’in ‘’Orta Çağ Şehir Kuruluşlarının
Kökeni’’ adlı makalesiyle olmuştur. Korkut Tuna, Henri Pirenne dışında kalan
çalışmaları kendilerinden sonra şehir konusunda sistemli bir gelişmeye yol
açmadıkları için değerlendirmeye almamış, yalnızca Henri Pirenne’in derlemesi
üzerinde durmuştur.
Henri Pirenne’e göre Batı ortaçağında görülen
gerilemenin ana nedeni İslamiyet’in ortaya çıkışı ile Doğu’da görülen
gelişmedir. Bunun sonucu Batı Dünyası kendi içine kapanmasına rağmen kendi
olanakları ve kendi toplumsal yapısındaki özellikler sonucu kendi başına
gelişerek içine düştüğü açmazdan kurtulmuştur. Tuna’nın belirttiği gibi batıdaki
belirli gelişmelerin dış etkilere dayanmadan salt kendi içinde taşıdığı
özelliklerle açıklanmış olması tarihçiye büyük bir başarı ve görüşlerine onay
kazandırtmıştır. Daha da açacak olursak Pirenne süreci kısaca şöyle
aktarmaktadır. İslamiyet’in ortaya
çıkışı ile Akdeniz İslam gölü olmuş ve Doğu ile Batı’yı birbirinden ayırmıştır.
Akdeniz bir Müslüman gölüne dönüşünce , ekonomik hayat sönmüş, orta çağ tarım
dönemine girmiş ve senyörlük sistemi ile feodalite güçlü bir şekilde
yayılmıştır. Bilindiği gibi feodalitede
malikaneler etrafında birleşilmiş, her malikane kendi kendine yeter hale
gelmişti. Pirenne buradan şehre giden süreçte, payı ne manastırlara, ne
şatolara ne de Pazar yerlerine vermiştir. Ona göre Şehirler Avrupa’da ortaya
çıkan ticaret ve sanayi rönesansının ekonomik etkileri altında kendiliğinden
doğmuştur. Bu gelişmeleri açıklarken bazı unsurlara ağırlık vermiştir. Oluşum
sebeplerini açıklayamasa da şehirlerin yeniden canlanmasını, ticaret ve
sanayinin yeniden doğuşu, tüccarların toplanması ve elverişli coğrafya
koşullarına bağlamıştır. Bu nedenler toprağın tek sermaye olmasını engellemiş,
eski nüfus kadroları değişmiş, malikaneler önem kaybetmiş ve toprağa bağlı
insan; serf özgür insana dönüşmüştür. Bu etkenlerin dışında sürecin oluşturduğu
Burjuvalar ise şehrin kimliğini kazandırmıştır. Burjuvazinin önderliğindeki
şehirler feodal tüm özellikler ve niteliklerden sıyrılmış yepyeni uğraşların
alanı olmuştur ve burjuvazi ile şehirlerin kimlik birliği içinde özdeşleşmesini
gerçekleştirmiştir.
Tuna, Batı
orta çağı içinden kaynaklanan bu unsurlara Batı şehrinin özgünlüğü doğrultusundaki yorumu
Max Weber gerçekleştirdiği için onu ayrı bir başlık altında değerlendirmiştir. Tuna’nın belirttiği şekilde Weber’in şehir
konusunda ileri sürdüğü görüşler, fazla bir yorum gerektirmeden daha önce
çeşitli bağlamlarda ileri sürülmüş görüşlerin bir kere daha gözden geçirilmesi
ve ayrıntılı bir biçimde örneklendirilmesi şeklinde olmuştur. Onda net bir
şekilde akla uygunlaştırma görülür. Bürokrasi, hatta din bile akla uygundur.
Batı şehri bütün çağların ve başka kıtaların şehirlerinde bulunmayan bir
özgünlük gösterir. O ‘’Bilgi düzeninde yalnız Batı pozitif bilime sahiptir, yalnız Batı’da bu derecede
uzmanlaşmış bir bürokrasi bulunur. Hiçbir yerde onların devlet nizamını andıran
bir nizam yoktur’’ diyerek büyük bir yanılgının içine düşmüş veya kasıt
gütmüştür. Ona göre Batı şehri özerkliğe sahip bir topluluktur. Bu şehrin kendi
iç düzeninin sahibi olduğunu göstermektedir. Buradan kasıt seçimlere
şehirlilerin katılmasıdır. Yine şehirde ikamet eden bütün insanları kuşatan
ortak bir hukuk vardır. Bağımsızdırlar çünkü kendi yöneticilerine sahiptirler.
Kral tarafından tayin edilme olayı yoktur. Bağımsızlıklarını sağlayan özel
vergilere sahiptirler ve son olarak da kendi savunmalarının sahibi olarak
görülmektedirler. Weber’e göre bunlar Antik Yunan’dan beri süregelen bir dizi
çatışmanın, sınıf mücadelesinin eseridirler. Özetle Pirenne ile bir araya
getirilen görüşler Weber ile Batı
şehirlerinin bahsi geçen özgünlüğü anlatmak için yeniden yorumlanmıştır.
Daha sonra şehir teorilerinde yeni gelişmeler
olmuştur. Emrys Jones sayısal ve işlevsel verilen yanında şehir konusunda ileri
sürülen açıklama girişimlerinin temsilcilerini tanıtmasına bağlı olarak
tarih,sosyoloji,coğrafya alanında sürdürülen çalışmaların özelliklerine
değinir. Doğu şehirlerinden sürüp gelen bir gelişmenin Batı şehirleriyle
sonuçlandığı inancını taşımaktadır. Ona göre batı şehri kendi başına bir
gelişmenin ürünü değildir. Batı şehri tüm tarihi gelişmenin ve şehirleşmenin
mirasçısı ve mevcut düzeni ile bu gelişmenin son halkası olarak
yorumlanmaktadır. O sanayi öncesi şehrini ortaya koyarak ikili bir ayrım
yaparken Toynbee sanayi olayına bağlı olarak değerlendirdiği dünya çapındaki
gelişmelerin ortaya çıkardığı şehri Geleceğin Dünya Şehri olarak
tanımlayacaktır. Toynbee’de şehir konusunu sanayinin ışığında ele almaktadır
ama burada söz konusu olan sanayileşmenin dünya ölçüsünde ortaya çıkan etkisini
göstermeye çalışmaktır. Şehir nüfusunun artışını zamandaş üç nedene
bağlamaktadır. Nüfusun en geri ve en yeteneksiz kesiminde görülen nüfus
patlaması, çağdaş köylü toplumlarda
nüfus patlamasının yarattığı kırsal
nüfus aşırılığı; değişik ülkelerde farklı nedenlerden ötürü kırsal nüfuslarında
görülen sayısal azalma. Böylelikle ona göre ‘’ geleceğin dünya şehri’’
kaçınılmazdır. Böylelikle oluşacak problemlerin çözümünde de güçlü bir belediye
yönetimini çözüm olarak düşünmüştür. Toynbee için bu dünya şehrini bir dünya
hükümeti yönetmelidir.
Tuna, bu kısımdan sonra günümüz sorunları açısından
şehir ve çağdaş yaklaşımları ele almaktadır. Sorunların anlaşılması ve
açıklanmasına yönelik çalışmalar içinde Chicago okulu ve İlki 1976 yılında
Habitat toplantıları üzerinde durmaktadır. Chicago okulu olarak adlandırılan
şehir sosyolojisi alanında gerçekleştirilen bu çalışmalar; şehir konusuna
ekolojik, sosyal psikolojik bir yaklaşımla eğilen sosyologların, 1920’li
yıllarda Chicago şehrinin yaşadığı hızlı değişmelerin belli araştırmalar
çevresinden ele alınmasından ve bunları bağlı açıklayıcı modeller
oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Habitat toplantılarında ise kısaca insan
yerleşmelerini daha yaşanılabilir hale sokmak için bir dizi çalışmalar
gerçekleşmiştir. Özellikle habitat 2’de bu konular daha detaylı olarak işlenmiş
ve ‘’ acınacak koşullarda yaşayan bir milyarı aşkın kişinin yaşam seviyesini
iyileştirmeye izin verecek ‘’ herkese uygun bir konut’’ ve ‘’ gittikçe artan
bir şehirleşme yaşayan dünyada yaşanabilir insan yerleşmeleri için şehir
merkezlerinin ekolojik, iktisadi ve sosyal yaşanabilirliğini garanti altına
almak’’ gibi konular üzerinde durulmuştur.
Özetle habitat çalışmalarında kürselleşme adı verilen yeni dünya
düzeninin motoru olarak şehirler ve bu çerçevede yapılacak düzenlemeler gündeme
gelmektedir.
Yazar bu bölümden
sonrasını ikinci kitap olarak ayırmış ve ‘’Şehir Konusu Nasıl Açıklanmalıdır’’
adını vermiştir. Tekrar çalışmanın amacını belirterek kapsamlı ve geçerli bir
açıklama yapma isteğini belirtmiştir. Tarihte ilk şehirlerin ortaya çıkışını
doğuda görülen ve belirli ilişkilere bağlı örgütlü bir gelişmenin ürünü olarak
ele alınabileceğini yazmıştır. Bunu yaparken ilk olarak neolitik dönem ve
coğrafya koşullarından bahsederek, toplumların bu süreç sonrası daha örgütlü
birlikler(köyler) haline dönüştüğünü anlatıyor. İlk şehirler Mezopotamya Nil , İndus gibi
yıllık taşmalara sahip olan nehirlerin vadilerinde ortaya çıkmışlardı.
Nehirlerin yıllık taşmaları ve bunun denetim altına alınması ile bereketli
tarım üretiminin sağlandığı yörelerde ortaya çıkan ilk şehirlerin, toplum
sorunlarına başarılı çözümler getiren örgütlenmeler olarak yaygınlaşmaya
başladıkları görülür. İlk şehirler kendi üretimlerine ve üretici güçlerine
sahip tarım dışı iktisadi faaliyet merkezleri olarak belirmektedirler. Yine şehirler
tarım dışı üretim faaliyeti olarak sınai faaliyetler merkezi olması yanında, bu
üretimin sürdürülmesi için gerekli olan hammaddelerin ithal edildiği ve
bunların karşılığında tarım ürünleri ve mamul maddelerin ihraç edildiği ticaret
merkezleri olarak da ortaya çıkmışlardı. Gerek tarımda sağlanan ürün artışı,
gerekse şehirlerde oraya çıkan tarım dışı üretim faaliyetlerinin varlığı
şehirlerin aynı zamanda yönetim merkezi olarak şekillenmelerine yol açmıştır.
Hammadde tedarikine bağlı olarak maden veya şehrin ihtiyaç duyduğu diğer
maddelere sahip bölgelerde ana şehir modeline uygun yeni şehirlerin kurulduğu
veya bu yoldaki ilişkilerin yeni şehirleşmelere yol açtığı söylenebilir.
Siyasi, iktisadi çözümler yeni şehir alanlarının ortaya çıkması ile sınırlı ve
yöresel çözümler olarak kalmadılar ve yeni şehir alanları ile bütünleşerek
geniş kapsamlı çözümler olarak belirdikleri de anlaşılmaktadır. Şehirler bu
çerçeve içinde uzun zaman yalnızca Doğu’ya özgü bir olay olarak iktisadi siyasi
örgütlenmenin ve başarının simgesi olmuşlardır. Artı ürünün varlığı Doğu
modeline ulaşamamış toplumlarda da bir canlanmaya ve bunun açık belirtisi olan
şehirler ve şehirleşmeye yol açmıştır.Fakat Doğu uygarlıkları ve şehirleri
kendi iç imkan ve güçlerini örgütleyerek vardığı aşamaya Batı kendi dışındaki
ilişki ve güçlere bağlı olarak varmış bulunmaktadır. Sorunları kendi içinde
çözememiştir. Doğu dışı örgütlenmenin devamı olan Hellen ve Roma şehirlerinde
ise üretici ve üretici olmayan toplum güçleri bir araya getirilerek bir dizi
eski ve yeni ilişkileri olan şehirlere sahip oldular. Şehirlerle toplumların
güç ve imkanlarını seferber ettiler. Hellenle başlayan örgütlenme Roma ile
genişleyip o zamanki bilinen dünyanın egemenliği ile sonuçlanmıştı. Yunanlılık
ve Roma ile kendi açmazlarından kurtulup oraya çıkan tüm şehirlerle Doğu
ticaretini ve ilişkilerini sürdüren Batı, orta çağa girerken kendi çıkarına
kurduğu dünya egemenliğinin çöküşü ile karşılaşmıştır. Kuzeyli kavimlerin
istilaları karşısında yakılıp yıkıldılar. Roma imparatorluk yoluyla
sürdürebildiği ilişkilerle bir müddet daha dayanabildi. Ama kuzeyli kavimlerin
istilaları yanında İmparatorluğun şehirlerden tüm birikimi çekip alarak ayakta
kalmaya çabalaması iktisadi nedenlerle birleşince şehirlerin boşalmasına yol
açtı. Zengin ve fakirler imparatorluğun şehirlere uyguladığı siyasetin yükünden
kurtulmak için kırlara çekildi. İstila şehirleri maddi bakımdan yıkmış,
imparatorluğun siyaseti ise sosyal bakımdan çökertmişti. Ayakta kalma çabaları
ise feodal ilişkilerle olmuştur. Bu kentleşmeden kırlaşmaya yönelik bir sonucu
doğurmuştur. Yeniden şehirleşme Doğu ile ticari ilişkiler kurabilen İtalya gibi
yerlerde görülmüştür. Roma ve İstanbul arasındaki ilişkiler İtalyan şehir
devletlerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Zamanla Akdeniz üzerinden doğu ile
kurulan ilişkiler Avrupa’nın feodal yapsını kırmış; ticaret ve sanayi tekrar
canlanmaya başlamıştır. İslamiyetin ortaya çıkışı ile bunalım yaşayan ama yine
onların yarattığı tüketim merkezleri ile dünya ticareti içinde yerini alan batı
dünyasının, Akdeniz’İn yeni bir siyasi denetime (Türkler) girmesi ile bunalıma
düşeceği görülecektir. Bu açmaz Akdeniz’i ve Türkleri aşmak için yeni ticaret
yollarının bulunmasına yol açtığı gibi bu işin başarıldığı yerlerde yeni bir
şehirleşme ortaya çıkaracaktır. Batının örgütlediği yeni ilişkiler ve şehirleri
bir yandan Dünya eğemenliğine doğru bir gelişme sağlarken diğer yandan Batı’ya
doğrudan, aracısız bir biçimde yığılan hammadde ve zenginlikler sanayi devrimi
diye bilinen bir gelişmenin hareket ettirici gücünü oluşturacaktır. Yazar son
olarak İslam ve Osmanlı Türk şehirlerine kısaca değinerek çalışmasını
bitirmektedir.
Sonuç olarak şehir ve
şehir oluşumuna bağlı açıklama girişimlerinin Sanayi devrimi ile ortaya
konulduğu görülmekte ve binlerce yıllık tarihe sahip olan şehirlerin batı
merkezli bir açıklama modeliyle kısa bir döneme indirgendiği görülmektedir.
Bunun yanında ortaya koyulan teoriler Batının Doğu karşısında üstünlüğünü
ortaya koyma çabası şekline de bürünmektedir.
Bu çalışma da bu konuyla alakalı olarak kendimize ait yorumlar ortaya
koymamız, Batı bazlı teorileri aşıp
kendi özgün teorilerimizi geliştirmemiz gerektiğinden bahsederek, b ortaya
koyduğu çalışma ile bu konuda belirli bir zemin oluşturmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder